13 Mayıs 2012 Pazar

Portekiz Yolcusu Kalmasın....

   Eşim ve ben uçak yolculuklarımızda havaalanına  erkenden gitmeyi çok severiz. Sabah 11.00'da olan uçuşumuz için gene erkenden oradaydık. Hem check-in sırası çok olmasan valizlerimizi bırakıyoruz, hemde geç kalma stresi olmadan rahatça geziniyoruz. Uçağın kalkış süresini beklemek bana büyük zevk verir. Özellikle gidişleri...  
    Havaalanları, her türlü kültürden insanın olduğu bambaşka bir dünyadır. Beklerken insanları seyretmeyi çok severim. Herkesin ayrı bir hikayesi vardır. Kendimce her biri için ayrı hikayeler yazarım, bazılarını eşime anlatım güleriz:) Bu sefer bebişime anlattım. Rahatlasın ve ilk defa yaşayacağı bu uçak heyecanında korkmasın diye.
   Kimileri hissetmem için erken olduğunu söylese de ben bebişimin hareketlerini hissediyorum. Sanki su dalgası gibi, elektrik çarpıyormuş gibi hafifi ve kesik kesik... Bu sefer uçağa, ya bulantım olursa ya gene kalp atışlarım hızlanırsa düşünceleri ile biraz gergin bindim. Sanırım bebişimde bunu hissetti, hareketleri bundandı. Çok şükür ki yolculuğum çok güzel geçti. İphone'u nasıl uçak moduna getirdiysem, kendimi de uyku moduna getirdim:) Böylece yolculuk hafif bulantılarla geçti. Bu şekilde başlayan yolculuğumdan sonra tatilimin de çok güzel geçeceğine emin oldum:)
   Havaalanından çıktığımızda saat 15.30 olmuştu. Bu arada Portekiz, Türkiye'den 2 saat geri. İlk izlenimin "Türkiye gibi " demek oldu. Hava kapalı ama çok basıktı, her yer yeşillik ve Türkiye de olduğu gibi duvarlarda yazılar var. New Orleans'dan sonra birde burada görmek. Şaşırdım biraz....

   Otele yerleşir yerleşmez hemen kendimizi dışarı attık. Öncesinde otele gider biraz yatarım diyen ben duramadım hemen çıkmak istedim. Sanırım bebişim benden daha hevesliydi çünkü yorgunluk hissi vermedi. Aksine dışarı çıkmak istercesine gene içimde kıpır kıpırdı:)

  Hava basık olmasına rağmen çok sıcaktı. İlk iş otele yakın olan metroya binerek Lizbon meydanına inmek oldu. Meydandan denize doğru yürüdüğümüzde ilk gözümüze çarpan bu büyük metal asansör oldu. 1902'de Eifell'in öğrencilerinden biri tarafından inşa edilmiş. Bu dev asansörle 32 metre yükseğe çıkılarak şehrin muhteşem manzarasına tepeden bakılabiliyormuş. Uzunca bir kuyruk olduğu için beklemeden etrafta tur atmaya devam ettik. Gün boyunca koşturmacanın içinde uzun süredir su içmediğimi farkettim. Bunu da gene bebişimin midemi bulandırmasıyla anladım. Hemen bir yerden su aldık, tadı bile bir tuhaf olan bu sudan kana kana içtiğim halde içinin yangınlığı geçmedi. Tabi başta iyi gelen çok su içme durumu daha sonra açlığında etkisiyle daha da midemi bulandırdı. Yemek olarak sadece patates kızartması yiyebildim. Yemek için oturduğumuzda çok yorulmuş olduğumu farkettim. Daha fazla gezemeden yarın içinde enerji toplayalım diyerek otele geri döndük ve erkenden yattım:)


  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder